Küçük Prens



Antoine de Saint-Exupéry                             

     Pilot, yazar ve şair olan Antoine de Saint-Exupéry 29 Haziran 1900'de  Lyon'da  doğmuştur. 1921'de Fransız Hava Kuvvetleri'ne katılmış fakat ailesinin isteği üzerine Paris'te bir ofis işine girmiştir. Pek çok meslek dalında başarılı olamadığı gibi bu işte de başarılı olamayan Antoine de Saint-Exupéry 1926'da tekrar uçmaya başlamıştır. 1938'de Almanya ve Fransa arasındaki savaştan dolayı Amerika'ya giden Antoine de Saint-Exupéry bu süreç içerinde pek çok roman yazmıştır. Bu romanlar arasında 1940'da yazdığı Küçük Prens (Le Petit Prince)kendisinin en ünlü romanıdır.

Özet

    Yazar eserine altı yaşındayken okuduğu ‘Gerçek Öyküler’ adlı bir kitap okuduğunu ve bu kitapta çok güzel bir resim gördüğünü söyleyerek başlamıştır.
    Kitapta, “Boa yilani avini çignemeden, bütün olarak yutar ve hareket edemez hale gelir. Sonra da onu sindirebilmek için alti ay boyunca uyur.” sözlerinin yazdığını söyleyen yazar ardından orman maceraları hakkında epeyce kafa yorduğunu, sonra ilk resmini yapmaya başladığını söyler.

    Yazar, resmini her kime göstersede hiç kimseden beklediği tepkiyi alamadığını söylüyor. Bu durum üzerine ikinci resmini çizmeye başlayan yazar bu sefer boa yılanındaki fili açıkça belirtiyor.
    Bu sefer büyüklerinin cevabının,zamanını boş yere harcamaktansa coğrafya, tarih, aritmetik ve gramerle ilgilenmelisin, olduğunu söyleyen yazar böylelikle altı yaşında resim çizmeyi bıraktığını söylüyor. Meslak olarak ğilot olmayı seçen yazarımız, kitabında dünyanın çoğu yerine uçtuğunu ve coğrafya bilgilerinin çok işine yaradığını belirtiyor. Mesleği gereği gittiği tüm yerlerde çeşitli insanlarla karşılaştığını söyleyen yazar zeki olduğunu düşündüğü  biriyle karşılaşırsa ona hemen ilk resmini gösterdiğini fakat  doğru cevabı duyamadığını söylüyor.
    Çevresinde gerçek sohbet edebileceği kimse olmadan yaşadığını söyleyen yazar altı yıl önce Sahara çölünde kaza yapmasının onun bu durumunu tamamen değiştirdiğini söylüyor.
    Bu kaza nedeniyle Sahara Çölünün ortasına,en yakın yerleşim yerinin 1600 km olduğu bir yer, düştüğünü söyleyen yazar bir gün “ Lütfen bana bir koyun resmi çizin”  diye bir ses duyduğunu ve anlam veremediğini anlatıyor. Ardından karşısında duranın küçük bir erkek çocuğu olduğunun ve kendisine ciddi ciddi baktığının söyleyen yazar daha sonra onun çizebildiği en iyi resmini gösteriyor ve ardından öylesine güzel çizilebilecek olan bu resmi bu kadar kötü çizgiği için okurlarından özür diliyor.
    Ardından  küçük prensin buraya nasıl geldiğini düşünürken hiç de yorgun,aç ve susuz olmadığını fark ettiğini söylüyor. Ona, nerden ve nasıl geldiğini soran ve yine aynı cevapla,“Lütfen bana bir koyun çizin.”, karşılaştığı söyleyen yazarımız sonunda inadından vazgeçip ona bir koyun remi çizdiğini söylüyor.
    Fakat bu koyunu hasta bulan küçük prens yazarımızdan bir koyun resmi daha ister. Yazarımızda bir tane daha çizer.
    Fakat küçük prens bu ve bundan sonraki resimler içinde çeşitli bahaneler bularak yazara karşı çıkar. Yazar en sonun çocuğa bir kutu resmi çizer ve istediği koyunun bu kutunun içinde olduğunu söyler.
    Küçük prens, yazarın çizdiği bu kutu karşısında menun olur ve bu seferde başka sorular sormaya başlar.
“Sence bu koyuna çok ,fazla çimen gerekir mi?”
    “ Çizdigin koyunun en iyi yani ne biliyor musun? Geceleyin onu ev olarak kullanabilecek.”
     “Şu nesne de nedir?”
     “ O halde sen de gökyüzünden geliyorsun”
     Tüm bu sorulardan onun geldiği gezegenin bir evden daha büyük olmadığını öğrene yazarımız bu gezegenin Asteroid B-612 olduğuna neredeyse emindir. Böyle düşünmesi için bir nedeninin olduğunun ve bu nedeninin şundan kaynaklandığını söyleyen yazar, bu gezegenin 1909’da bir Türk bilimci tarafından görüldüğünü fakat  garip giysilerinden dolayı kabul edilmediğini belirtiyor. Bilimcini 1920’de bu gözlemini şık giysilerle sergilendiğinde herkes tarafından kabul edildiğinide ardından belirten yazar ardından kaldığı yerden hikayeye geri dönüyor.
    Küçük prensle geçirdiği günlerde onun nerden ve nasıl geldiğini öğrendiğini söyleyen yazarımız küçük prensin uğraşları hakkında da bilgi sahibi olduğunu anlatıyor. Güneşin batışının izlemenin onun mutsuzluğunu giderdiğini söyleyen küçük prens bir keresinde de güneşin batışının kırk dört kez izlediğini söylüyor. Yazarımız ona neden gezegeninden ayrıldığındığını sorunca çiçeğğiyle kavga ettiğini ve ondan ayrıldığını söylüyor.
    Kendisini komşu asteroitlerin(325, 326, 327, 328, 329, 330) arasında bulan Küçük Prens boş durmamak ve bilgi birikimini arttırmak için bu gezegenleri sırayla gezdiğini söylüyor.
    İlk asteroitte mor giysili bir kral yaşadığını söyleyen küçük prens kendisini zorla gezegeninde tutmaya yeltenince oradan ayrılarak diğer asteroit geçtiğini anlatıyor.
    Bu asteroitte ise kendini beğenmiş bir adamın yaşıdığının söyleyen küçük prens bu adamın kendisine ona hayran olduğunu söylemesi için yalvardığını anlatıyor.
    Üçncü Asteroitte ise bir ayyaşın yaşadığını belirten küçük prens, ona neden bu kadar çok içtipini sorunca ise “Unutmak için...” cevabını aldığını söylüyor.
    Dördüncü gezegenin bir iş adamına ait olduğunu belirten küçük prens, iş adamını sürekli çalıştığını ve bu çalışmaları sırasın üç kez rahatsız edildiğini söylediğini süylüyor. Bu bölünmelerden sonuncusunun ise  bu konuşması olduğunu söyleyen iş adamı kendisini küçük prensle konuşmaya kaptırır.
    Beşinci olarak gittiği gezegenin çok küçük ve bir lambayla lamba yakıcısına yetecek kadar küçük olmasından dolayı ilginç bulduğunu belirtiyor.
    Altıncı gezegenin beşincini on katı büyüklüğünde olduğunu belirten küçük prens, burada yaşayan coğrafyacının kendisini görünce “Hey bakin! Işte bir kaşif!” diya bağırdığının anlatıyor.
    Yedinci gezegenin Dünya olduğunu söyleyen küçük prens, dünyanın büyüklüğünü ifade etmek için mecaz ve abartma kullanılıyor.
    Küçük prens öncelikle çölün ortasında bir çiçekle insanlar hakkında konuşur. Ardından yüksek bir dağa tırmanır.Çölün içinden geçen kayalara tırmanıp karların arasında yürüyen küçük prensin karşısına bir gül bahçesi çıkar.
    Gül bahçesindeki çiçekleri görünce kendi çiçeğini hatırlayan küçük prens, eğer çiçeği burada olsaydı yine kendisine sitem ederdi diye düşünür ve ağlayarak çimenlere uzanır.
    Küçük prens çimenlerin üzerinde ağlarken karşısına bir tilki çıkar ve tilkiyle uzun uzadıya konuşurlar.
    Tilkiden ayrıldıktan sonra bir demiryolu işcisiyle karşılaşan küçük prens onunla da mesleği hakkında bir müddet konuşur. Ardından yoluna devam eder ve bir satıcıyla karşılaşır. Satıylada sattığı şeyler hakkında konuşur.
    Yazar, küçük prensin bu anılarını dinlerken çöldeki sekizinci gününde olduğunu ve elinde neredeyse hiç su kalmadığını belirtir. Bu nedenle küçük prensle birlikte kuyu aramaya çıkarlar. Uzun bir yürüyüş ve duygulu konuşmalar sonucunda kuyuyu bulurlar. Ardından küçük prens geri dönmeyeceği fakat yazara kendisinin geri dönmesi gerektiğini söyler ve ertesi akşam  tekrar buraya gelmesi gerektiğini de ekler. Yazarımız, ertesi gün geri döndüğünde uzaktan küçük presi bir duvarın üzerinde oturur ve kendi kendine konuşurken görür. Küçük prense her yaklaşmasında dikkatini farklı bir şey çeker ve sonunda duvarın dibindeki yılanı görür. Yılan, yazarımızın çıkardığı seslerden dolayı olsa gerek duvarın dibinden ayrılır.
    Bunun üzerine yazarımız küçük prense neler olduğunu sorar. Küçük prens dünyaya gelişinden beri tam bir yıl geçtiğini ve bu akşam gezegeninin dünyanın tam üzerinde olcağını anlatır. Ardından bedenini taşıyamayacak kadar ağır olduğunu söyler. Yazarımız küçük prensi kararından döndüröeye çalışır fakat başaramaz. Aniden, küçük prensin ayak bileğinin içinde sarı bir ışık vardı ve yazarımız hareket edemiyordu. Küçük prens yavaşça yere düştü ve kum en ufak bir ses bile çıkarmadı.
http://www.biyografi.info/kisi/antoine-de-saint-exupery

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/502/6013.pdf

1 yorum: